www.KATREFM.com

Biz KiMiZ ! ! !

Biz KiMiZ ! ! !
Katre

BiZ KiMiZ ! ! !

27 Kasım 2009 Cuma

Michael Scofield (otizm ve deha)


Michael Scofield, Prison Break dizisindeki kurgusal bir karakterdir. Karakteri Wentworth Miller canlandırmaktadır.

Klinik verilere göre düşük, herhangi bir içe kapanıklık mevcuttur, Michael, bir bilgiye ulaşmasına kimse engel olamaz derecede süreçte çok yönlü düşünebilir ve en ufak ayrıntıyı gözden kaçırmaz. bunların hepsi yüksek IQ ile olur, "Tweener" bölümünde bir psikiyatrın açıkladığı gibi, teorik olarak yaratıcı bir zekaya sahiptir.Yüzünde çocukça bir ifade barınmaktadır, Michael Çok az Kişisel değerler geliştirmiş; Kendini aşırı derecede diğer insanlarla özdeşleştirmiştir ve diğer insanlara karşı daha özverili davranır. O diğerlerinin acılarını hisseder. Michael başkalarına karşı çok büyük fedakarlık gösterebilmeyi arzular.

İrlanda'daki Trinity College'da yapılan bir Araştırmada, otizme yol açan genlerin aynı zamanda insanların zekâsının "keskinleşmesine" Yol Açtığı ve aralarında Einstein'ın da bulunduğu birçok "dâhinin" Otistik olduğu belirtildi. Araştırmada, Beethoven, Mozart, Einstein ve Kant gibi çeşitli alanlarda büyük başarı kazanmış kiþilerin davranışları incelendi.

Bu kiþilerin sosyal ilişkilerinin zayıf ve de sakar olduklarını Ancak bir konu üzerinde çok uzun sureler düşünebildiklerini söyleyen uzmanlar, bu davranışların Otizm Spektrum Bozuklukları arasında yer alan Asperder Sendromu (AS) belirtisi olduğunu kaydetti. A.Ş. ile Yaratıcılığa aynı genlerin Yol Açtığı ve bu genlerin herkeste farklı yapıda olduğu açıklandı.

22 Kasım 2009 Pazar

Kemanı Ağlatan Adam !


Iranlı keman virtüözü bir müzisyendir Farid Farjad.Albümlerinde sadece keman ve piyano Farjad 1938'de vardır.Farid Tahran'da dünyaya gelmiş.Konservatuar eğitimini tamamladıktan sonra, Tahran senfoni orkestrasında çalışmaya başlamış. 1970'lerde orkestradaki yerini bırakıp California'ya gitmiş. Bu gidişi İran'daki rejim değişikliğinden sonra dönüşü pek mümkün olmayan bir hale gelmiş. Oysa Farjad'ın ezgilerinde pers kültürü de var, İslam da var.


İlaç gibidir.Kimi zaman anti depresan kimi zamansa depresan etkisi yaratır.2004 'te ilk dinlediğimden bu yana hep şöyle düşünmüşümdür; Kendisinden bu kadar geç haberim olduğu için hayatımın geri kalanında üzülebileceğimi, bana söylettiren adam ... Onu dinlemek için en başta "acı" nızın olması gerektiğini unutmayın.Öyle sade dinlenmez ... Bu Zati dinlerken, içinizden akan her kandamlasının yolunu hissedersiniz.Kanadıkça kanarsınız.Nasıl anlatmalı ki; yaranın kabuğunu, daha yeni bağlanmışken tekrar kaldırmak gibi ... Farid Farjad: Feryat bir yanıyla.Belki de çığlık, haykırmak zaten Farid'in anlamı da bu. Ve bu adam ismine yakışan işler çıkarıyor ortaya.Haksız mıyım? Müziği beni şu birkaç gündür alıp görmediğim yerlere götürdü. Hissettiklerimin resmini notalarla içime çiziyor, kendimi anlamlandırmama yardımcı oluyor

"Robabeh Jan" isimli parçasında, kemanın inceldiği noktada, ben bu hayat denilen kurmacadan kopuyorum. Günlük hayatın tekdüzeliğinden, popüler kültüründen ve en çokta kendini yitirmiş, içi boşaltılmış, değersizliği kendine paye edinmişlerden kurtulmak ve kaçmak için birebir.Ama asla kendinden, özünden kaçış değil, aksine esaretteki benliğin, bozulan ruh frekansını, oluşturduğu dalgalanmalarla özüne döndüren bir kaçış ... "Taghatam "deh isimli parçası hakkında ayrı bir yazı yazılabilir Başlı başına.Bir ses nasıl insanda adım adım çoğalan bir hüzün seli meydana getirebilir? Anlaşılır değil! Anadolu'da Erkan Oğur'un yaptığını şimdi Farjad yapıyor denilebilir bir anlamda. Bir rivayete göre; de arkadaşlar.Eskiden keman virtüözleri genç yaşta hep veremden olurmuş. Kemanın sesindeki keder fazla yaşatmazmış sahibini. De verem olmamıza Farid Farjad sayesinde bizim az kaldı. Lafım belki biraz arabesk gibi gelecek ama değil. Gerçek bu!
Albümlerini Türkiye'de sevenlerinin birbiri ile paylaşımı sayesinde gittikçe çoğalıyor. Kaset ve cd'lerini müzik satıcılarında bulmak zor. Arayanlar bilir! Anroozha serisiyle piyasada olan albümlerini isteyen olursa, Msnden gönderebilirim. Siyah_nur313@hotmail.com

Farjad'ın müziği, insanın yüreğini sızlatan, derinlerde, oralarda bir yerde olanı deşeleyen, kabuğundan çıkartandır.

Bazen köpüğünde yüzercesine serinleten, huzur veren, kimi zaman alaca karanlıklara sürükleyen, alıp götüren bir hissiyattır OKYANUS. Hüznü nakış nakış işleyen Kemanı adeta "gel beraber Ağlayalım" diyor ..

18 Kasım 2009 Çarşamba

Aman Teslim Olmayın ! ! !


Ne biliyor musun bu işin sırrı? Bırakacaksın kendini. Mutlu olmak istiyorsan teslim olacaksın. Hayatını mı mahvediyor çok sevdiğin? Bırak mahvetsin. Sen severken mahvolmayacak kadar değerli misin? Diyelim o kadar değerlisin. Peki o zaman üstat, o değeri harcamayıp ne halt edeceksin? `Turşusunumu kuracaksın!


Kim öğretti bize teslim olmamayı? Başımıza bir şey gelir diye başımıza bir şey getirmeden yaşamaya Çalışmayı, hiçbir şey getirmeden olup bitmeye çabalamayı, böyle sürüp gitmeyi ... Kim öğretti?

Kimse beni teslim alamaz `diye büyük ordularımızı birbirimize karşı böyle küçük numaralarla yönetmeyi ... İki yedi gibi değil de, bir teneke başarı Madalyası için çabalayan kale komutanları gibi ... Sınır boylarımıza bu uç beylerini, bu Asabi, Hırçın ve aslında Korkulu çocukları kim yerleştirdi insan?
`Benim sosyal hayatım, benim param, benim Başarım, benim hayatım` diye sakındığınız, `kimsenin peşinden gitmeyerek` çok müthiş savunduğunuz bütün o şeyler, hakikaten söylesenize, sizi gerçekten-ama gerçekten diyordum bak-mutlu etti mi? Teslim olmadan tamamladınız hayatı, tebrik ederiz, bırakmadınız hiç kendi yakanızı. Söylesenize, etiniz acısa acısa en çok ne kadar acıyabilirdi?

Peki çok farklı bir boyuta geçersek ve dersek ki, Teslim olmamaktaki teslimiyet nedir? Veya sevgisizlikteki sevgi? Beynimi sürekli kemiren iki soru,,, bir gün Arşimet gibi buldum diye çıkacam ama hala ne zaman bilmiyorum, Hatırıma Çok eskilerden bir şiir geliyor aklıma, İbrahim sadrinin ben aşkı satın aldım adlı parçası .. Kader bana böyle bir aşk Verdi ki devamını istiyorum, Sevgisizlikteki sevgi nasıl olabilir den çok nasıl uyumlarım diye sorguluyorum .. Nasılllll bir örnek olmazı lazım elimde ...

17 Kasım 2009 Salı

Susmak Konuşmaktır !


Suskunluğundan tanırım O'nu ... Yüzünde her daim nöbete duran ve içindeki depremi maskeleyen gülücüğü bilirim.

O depremin yüreğinde Açtığı derin yarıklardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, aşinayım ketumiyetine ...
Bilirim ki, Kabil olsa da, sanki yıllar yılı söylenmeyip saklanmış, dilin ucuna kadar gelip tutulmuş, haykırılacakken içe atılmış yüzlerce sözcük, hafızaya kelepçelenmiş binlerce söz, binlerce itiraz, akıtılmamış Doğum dile getirilmemiş tam çıkarılmış bir Kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirseniz ruhunu ters onca gözyaşı ilmek ilmek çözülüp saçılıverecektir ortalığa ...
Ama o konuşmaz.

Sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelerde özenle saklar içine attıklarını ...
Kendisiyle sadece baş başayken açar onları ...
Kimi zaman gizli bir günlüktür çıkan çekmeceden ... Yazar; ... kimi zaman da SIRDAŞ bir silahtır ... Sıkar.

* * *
Niye bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyku uyurken, "içine atan", sessizliğe gömülüp kendi dehlizlerinin karanlığında yapayalnız Kabuslar görmeyi seçmiştir?

Anlatmazlar ki bilesiniz ...

Kimi nasıl diyeceğini bilmediğinden, kimi bildiğini de diyemediğinden, kimi dediği halde kıymeti bilinmediğinden, kimi bir kez deyip yanlış bildiğinden, suskunluğun o huzurlu kuytusuna sığınmıştır.

Sesini en çok yükseltenlerin en haklı sayıldığı bir dünyada, sürüye uyup gürültüye katılmaktansa sessizliğe gömülüp Haksız sayılmayı tercih ederek tevekkülle içine kapanmıştır. İç kanamaları zaman zaman ağzından kaçırıverse de, dudağının kenarından sızanın "Şerbeti" olduğuna inandırır herkesi Kızılcık ...

Oysa ne kadar gizlemeye çalışsa da, içindeki fırtınanın Birilerine fark edileceği umudunu hep korur. Suskunluğunun her şeyi anlattığını sanır. Sanki onca gürültü içinde birileri gözbebeklerini okuyacak ve konuşmayı bilmeyen bir çocuğun derdini anlar gibi, iç dünyasında çağlayan nehrin sesini duyacaktır. Başını sessizce öne eğişinden, Sitemkar imalarından, Dargin yalnızlığından derdini anlayacak, şifresini çözüp sessizliğini sese çevirecek birini bekler umarsızca ...

Oysa Gürültünün çağında, kimselerin vakti yoktur, anlatmayanın derdini anlamaya ...

Kimse kimsenin gözbebeğine bakıp konuşmaz; yüreğini dinlemeye yanaşmaz.

Öyle olunca da hepten içine kapanır "içine atan" ... Maddi varlığını dibe çeken bu manevi yükün ağırlığıyla yaşamayı öğrenir. Yükünü sırtlayıp, kendi iç sesiyle sohbet ederek yürümeye koyulur. Kendine yazılmış mektuplar, meçhule karalanmış satırlar, sadece yastığının bildigi sırlarla Örer kozasını ...

Sabah oldu mu, sahte gülümsemesini yüzüne yapıştırıp hayata karışır.

Anlaşılmadıkça artar ketumiyeti ... Rahat hesaplaşanlara özenerek erteler hesaplaşmalarını ... Ona itiraf vazgeçilmiş, ona tepki birbirine yapışıp koca bir ura dönüşür içinde gösterilmemiş onu sohbet Geciktirilmiş ... Sonra kanser gibi sarar bünyesini ...

İçindeki yara, yüzünde Gülümseyen maskeyi aşağı çekmeye başlar zamanla ... Artık ya, ya da hepten susacaktır içindekileri kusacak.

Işte o zaman, "iç" denilen o dipsiz derinlik, o ne atsan dolmaz sanılan kuyu TAŞAR aniden ... Yük, Taşınmaz olur. Yıllar yılı sabırla bastırılan volkan, ya umulmadık bir tepki, ya katılırcasına bir ağlama nöbeti veya gizlenmiş bir silah olur, gürültüyle patlar.

"İçine atan" ları bilmeyenler, kestiremezler bu ani tepkinin Nedenini ... Yanlış yerde ve son günlerde ararlar ipucunu ... Oysa onca yılın suskunluğuyla kaynaya kaynaya dolmuştur yanardağ ... Ve gün gelmiş patlamıştır.

İntiharı, doğumudur "içine atan" ın ... Ilk kez yüksek sesle konuşmuştur ve çoğu kez, son olur bu ...
Artık geride bıraktığı efsane konuşacaktır, kendisi yerine ...

* * *
Tanırım O'nu ...

Sessizliğin erdem sayıldığı bu özel dünyanın suskunları bilirler birbirlerini ...
Çareyi de bilirler.
Gözbebeklerine bakıp ruhunda Kaynayan volkanı sezecek ve şefkatle "içeri" sızıp O \ 'nu yukarı çekecek bir dost elini umutla beklerler.

Beynine ancak o dost eli uzanabilir.
O yoksa Yedeği bir kurşundur.




16 Kasım 2009 Pazartesi

Sürüye Katılmak......



İnsan denen varlık, «eşref-i mahlûkat» ile «efsel-i sâfilin» arasındaki bir sarkaçtır... Genellikle, bu iki nokta arasında kendilerince birer şahsiyet modeli oluştururlar. İnsanların önemli bir çoğunluğu, -ne yazık ki- başkaları için de bir örnek olarak ömür boyu bu iki «uç» arasında sallanıp dururlar. Tek düşünceleri, hayatı sıkıntısız idâme ettirebilmektir...

Her iki uca değmeden sürüp giden bu sallanışlar, kişinin «kişiliksiz hâl»idir...

Yani, ne İsa’ya yaranabilirler, ne de Musa’ya... Her iki tarafa eşit mesafede durup, kaçak ve kaçamak tavırlarla zavallı hayatlarını suya-sabuna dokunmadan sürüyüp sündürmeye çalışırlar ömür boyu...

Elbette dünyaya gelen her insan, ömür denen şu belirli süre içinde dünya nimetlerinden olabildiğince yararlanmayı arzu eder. Bu arzu, insanın tabiatında vardır. Ancak, nefis atına binenlerin istek ve arzularının sınırı ne yazık ki yoktur. Refah merdiveninde yükseldikçe, daha üst basamaklara yönelir ihtirasın gözleri...

«Sürüden ayrılanı kurt kapar.» vecîzesinin ipine tutunurken, sürüden biri olmayı neden içine sindirdiğini düşünmek bile istemez. Hele bir de; «sürüler içinde sürmeli koyun» olabilirse, dokunmayın keyfine...

İyi de, ya bir şekilde ayağı sürçer, arkada kalır ve kurdun pençesine düşerse?.. O tehlike için de gerekli önlemi alır. Arkada kaldığı dönemlerde, kurt ile işmarlaşır. Yılışık gülüşünü kurdun dişlerindeki ölümcül şavkımalara sunarken, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp, ona bağlılık sunmayı asla ihmal etmez...

Katıldığı «sürü»nün çıkardığı toz ve gübre kokusunu ciğerlerine çekerken, kulaklarını «çoban»ın kaval sesine kepçe eder. Bu arada kuyruğu kurt korkusuyla titrer durur...

Böyleleri, kendilerini yeşil otlaklara götürecek çobanın kaval sesine olan sözde hayranlıklarını, kuzusu ölmüş, memesi iltihaptan davul gibi şişmiş «koyun» meleyişleriyle çevrelerine duyururlarken; arkada kalan topal ve yorgun hemcinslerini de topuklayıp dirsekleyerek, geriden gelen kurda «armağan» etmekten çekinmezler...

Her kazanç, mutlaka bazı kayıplarla elde edilir...

Sıcak bir su elde etmek için, bir enerjiye ihtiyaç vardır. Yakılacak ateş için gereken odun, gaz, elektrik ilh. bir «kayıp»tır... «Kazanç» sayılacak sıcak suyun bir kısmının da buhar olarak uçup gitmesi gayet normaldir...

İnsanlar, hayatlarını idâme ettirmek için mutlaka kazanmak zorundadırlar. Bir şeyler kazanmak için, bir şeyler kaybetmek de gerekir. Buna karşı çıkılamaz. Onurlu bir kazanç için alın teri, göz nûru, emek, zaman, hattâ önemli ölçüde sağlık kaybedilebilir. Fakat kaybedilenler arasında namus, şeref ya da kısaca insanı «insan» yapan hasletler olmamalı...